30 Mayıs 2015 Cumartesi

Yurtiçi Kargo Rezaleti ve Güzel bir Sürpriz


6. sınıftaki iki öğrencim okulda yaptığım bir yarışmada birinci olunca onlara hediye vermek istedim. İstedikleri bir şeyi alsınlar diye 5 hediye seçeneği sundum. İlk önce ödül olarak ders içi katılım notlarının 100 olmasını istediler(İkisi de çalışkan çocuklar ve notlarını zaten 100 verecektim). Bunu yapamayacağımı söyleyince roman istediler. Ben de Kitap Yurdu sitesinden 2 kitap siparişi verdim. Cumartesi günü verdiğim sipariş pazartesi sabahı Midyat’a ulaşmıştı. İstanbul’dan Midyat’a 2 günde gelen kargo Yurtiçi Kargo ile şubeden evime 2,5 günde gelebildi.
Kargoyu Çarşamba günü aldığım için kargo hareketlerinde sadece “Teslim edildi.” Yazısı yazıyor. Keşke önceden bir sayfa görüntüsü alsaydım. Pazartesi günü gelen kargo o gün dağıtıma çıkıyor ama bana yoğunluktan sıra gelmeyince şubeye geri gidiyor. Kargocular cumartesi günü yarım gün çalıştıklarından cumartesi, Pazar ve pazartesi günü biriken kargoları bir günde bitiremiyorlar. Bu daha önce de başıma gelmişti. O yüzden sorun yapmadım. Aynı kargo Salı günü yine dağıtıma çıkıp yoğunluktan dolayı yine bana teslim edilemeyip şubeye gidince sinirlendim. Çarşamba günü oldu. Dersim 15.00’te başlayacaktı. O saate kadar kargo yine ortada yoktu. Sonra ben okula gittim, nihayet 17.30’da kargo evimize teşrif edebilmiş. Ah keşke ben evdeyken gelselerdi de arkadaşlara güzel bir konuşma yapabilseydim.
Sonuç olarak İstanbul’dan Midyat’a 2 günde gelen kargonun şubeden evimize gelmesi 2,5 gün sürdü ki şubeyle evimizin arası abartmıyorum 10 dakika. Keşke açık açık “Biz kargonuzu getirmeyeceğiz.” deselerdi de ben gidip alsaydım.
Eve geldiğimde iki paketin birden geldiğini görünce şaşırdım( Sanırım iki kargoyu birleştirip öyle getirdiler. İki kere gitmeyelim diye düşünüp ikinci kargoyu beklediklerini düşünüyorum. Yoksa bu kadar gecikmenin başka hiçbir açıklaması olamaz). Önce eşimin bir şeyler aldığını düşündüm ama o almadığını söyledi. Sonra paketin üstünden Bumerang yazısını görünce bütün kargo stresini unuttum ve sevinç çığlığı attım. Bumerang’ın İnstagram sayfasında en sevdiğimiz Zülfü Livaneli kitabı sorulmuştu. Ben de Leyla’nın Evi demiş ve kısa bir yorum yapmıştım. Sonuç olarak Zülfü Livaneli’nin son kitabı Konstantiniyye Oteli’ni kazanan 10 kişiden biri de ben oldum. Sağ olsunlar sadece kitabı değil, iki kutu keçeli kalemi, iki blogger çıkartmasını ve bir de güzel not defterini göndermişler. Blogum için çekiliş yapıp 3 arkadaşa hediye gönderdikten 1 hafta sonra bu hediyeler gelince ne kadar verirsen o kadar alırsın diye düşündüm :-)



Çocuklar için seçtiğim kitabı ve başıma gelenleri de bir sonraki yazımda anlatayım artık. Takipte kalın. Görüşmek üzere. 

28 Mayıs 2015 Perşembe

MURTAZA (ORHAN KEMAL)


Orhan Kemal en sevdiğim yazarlardan biridir. Bütün kitaplarını okuyacağım ve kütüphanemde bütün kitaplarını bulunduracağım. Bu hedeflerime her geçen gün biraz daha yaklaşıyorum. Eğer hâlâ Orhan Kemal okumayanınız varsa bir an önce okumaya başlayın derim. Fabrikalardaki, tarladaki, varoşlardaki fakir insanları onun kadar iyi ve gerçekçi anlatan başka bir yazar tanımıyorum.
            Murtaza mübadele sonrası Türkiye’ye gelen bir göçmen. Önce mahallede bekçi olarak iş buluyor ama kısa zamanda mahalleliyi yıldırıyor. Sürekli "Gördüm kurs, aldım çok sıkı terbiye ve disiplin amirlerimden, görseydin kurs, alsaydın amirlerinden sıkı bir disiplin yapmazdın böyle be yav." Diyerek mahallede askeri disiplini sağlıyor. Bu da tabii mahallenin serserilerinin ve belalılarının işine gelmiyor. Ne yapıp edip Murtaza’yı bekçilikten uzaklaştırıyorlar. Murtaza bir fabrikada gece kontrol amiri olarak çalışmaya başlıyor. Bu sefer de tembellik yapmaya alışmış, fabrikanın mallarını çalan adamların korkulu rüyası oluyor.
            Orhan Kemal, Murtaza kitabında kolay kolay unutulmayacak bir karakter yaratmış. Bu aşırılı disiplinli, görevini ailesinden ve kendinden üstün tutan adamı okumak çok keyifli. Hatta birkaç yerde kahkaha attım ve çevremdeki insanların dikkatini çektim.
            Murtaza göçmen olduğu için hep devrik cümleyle konuşuyor. Ben devrik cümleleri sevdiğim için sıkıntı yaşamadım ama bu konuşma tarzına alışık olmayanlar kitabı okurken zorlanabilirler.
            Yazar kitabın önsözünde kitabın devamını yazabileceğini belirtmiş ama bildiğim kadarıyla yazmamış. Keşke yazsaydı. Murtaza’da daha çok malzeme vardı.
            Murtaza kitabı filme de uyarlanmış. 1965 yılında Tunç Başaran’ın yönettiği siyah beyaz filmde Murtaza karakterini Müşfik Kenter canlandırmış. Daha sonra 1985’te bu sefer Ali Özgentürk’ün yönettiği filmde Murtaza’yı Müjdat Gezen canlandırmış. Murtaza Devlet Tiyatroları’nda da defalarca oynandı ve oynanmaya devam ediyor.
            Murtaza, Orhan Kemal’in en sevdiğim kitaplarından biri oldu. Okumayanlara gönül rahatlığıyla tavsiye ederim.

ALTINI ÇİZDİKLERİM: 
-Bilin bakalım Mustafa Kemal karısından niye ayrıldı?
-Niye?
-Malım mülküm çoluğuma çocuğuma değil, milletime kalsın diye. Tekmil malını mülkünü millete bırakmadı mı rahmetli?

27 Mayıs 2015 Çarşamba

SON ZAMANLARDA OKUDUĞUM KİTAPLAR – 2


PAULO COELHO – SİMYACI
Simyacı’yı ilk kez çocukken duymuştum. O zamanlar yarısını okumuştum ve o günlerden aklımda kalan tek şey Santiago’nun tozlu kristallerin tozunu alması, kristaller temizlenince dükkanın satışlarının artmasıydı.
Simyacı İspanya’dan kalkıp Mısır piramitlerinin eteklerinde hazinesini aramaya giden Endülüslü çoban Santiago’nun hikayesini anlatıyor. Bu yolda Santiago çok şey yaşıyor ve çok şey öğreniyor. Kitabın sonunda bambaşka birine, olması gereken kişiye, dönüşüyor. Hazineyi bulup bulmadığını söylemeyeyim, kitabı henüz okumayanlar varsa hevesleri kaçmasın.
Paulo Coelho her zamanki gibi insanı sıkmayan, kolay okunan bir kitap yazmış. Yine her zamanki gibi altını çizdiğim, beğendiğim çok cümle oldu. Zaten Paulo Coelho bu altı çizilecek cümleleri en iyi yazan yazarlardan biri.
Kitabı 2 günde bitirdim, aslında bir günde bile bitirilebilir, ve beğendim ama ben kitaptaki başkarakterin bir amaç uğruna yola çıktığı, bu yolda yaşadıklarıyla değiştiği ve kendini keşfettiği hikayeleri okumaktan biraz sıkıldım. Gerçi Simyacı bu tarz kitapların ilk örneklerinden sayılır ama ben daha öncesinde buna benzer kitaplar okuduğum için Simyacı’yı okurken “Ben bu kitabı okumuştum.” Hissine kapıldım. O yüzden çok etkilenmedim.
Eğer hâlâ okumadıysanız Simyacı’yı okumanızı tavsiye ederim. Özellikle manevi yönü yüksek ve kişisel gelişim kitaplarını sevenler Simyacı’yı daha çok beğenecektir.

ALTINI ÇİZDİKLERİM:
1.Bir şeyi gerçekten istersen onu gerçekleştirmen için bütün evren işbirliği yapar.
2. Düşümü gerçekleştirmek korkuyorum çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak.
3. Kötülük insanın ağzına giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır.
4. Yarın, deveni satıp bir at al. Haindir develer. En küçük bir yorgunluk belirtisi göstermeden binlerce fersah yol alırlar. Ve sonra birden dizüstü çöküp ölürler. Oysa atlar yavaş yavaş yorulur. Ve sen onlardan neler isteyebileceğini ve ne zaman öleceklerini bilirsin.
5. Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle.
6. Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar; başarısızlığa uğrama korkusu.
7. Bir kere olan bir daha asla tekrarlamaz. Amma ve lakin iki kere olan mutlaka üçüncü defa da olacaktır.


FERAYE SÜNEV ÇOKGÜRSES VE KAAN ARER – BACAK ARASINDAN TÜRKİYE
        30 küsur sene jinekolog olarak çalışan Feraye Sünev Çokgürses doktorluk anılarını toplamış bu kitapta.
Kitap çok popüler oldu. Son zamanlarda birçok kişinin okuduğunu gördüm. Durum böyle olunca bir de kadın hikayeleri anlatılınca ben de kitabı aldım ve okudum.
Kitapta sezaryen, kürtaj, ensest, gibi başlıklar var. Yazarın bu konulardaki görüşleri ve anıları yer alıyor bu bölümlerde. Aynı zamanda yazar tıp eğitimini, Doğu’da çalışmasını ve özel sektör tecrübelerini de ayrı başlıklar altında anlatmış. Özellikle özel sektör anılarını dehşetle okudum. Sağlığımız nasıl insanların elindeymiş. Burada sağlıktan bahsediyoruz şaka değil. Devlet özel hastaneleri daha sık denetlemeli ve daha sert yaptırımlar uygulamalı. İnsanların hem paraları alınıyor hem de sağlıklarıyla oynanıyor.
Kitabı okurken ülkemizdeki kadınların ne acılar çektiğini bütün çıplaklığıyla görüp ürperiyorsunuz. Gazetelerin 3.sayfalarında çıkan, şöyle bir bakıp geçtiğimiz olayları gerçekten yaşayan insanlar var. Sanılanın aksine kadınlar sadece Doğu’da zor durumlar yaşamıyor, ülkemizin ehr yerinde yardıma muhtaç kadınlar var. Kitabı okuduktan sonra onlardan biri olmadığım, rahatım yerinde olduğu için şükrettim.
Yazar kadın vücudu ve doğum ile ilgili yararlı bilgiler veriyor. Günümüzde kadınların birçoğunun sezaryen yaptırdığını ama doğal ve sağlıklı olanın normal doğum olduğunu yazmış. Bunu tabii ki hepimiz biliyoruz. Yazar normal doğumun sanıldığı kadar zor ve acı verici olmadığını anlatmış. Çocuğu olmayan ve çocuk doğurmaktan korkan biri olarak şu sayfanın beni epey rahatlattığını söyleyebilirim :-)


Sonuç olarak bu kitabı bütün kadınlara tavsiye ediyorum. Büyük ihtimalle kitap erkeklerin ilgisini çekmeyecektir ama kadınları daha yakından tanımak için onlar da bu kitabı okuyabilirler.

ALTINI ÇİZDİKLERİM:
1.Komedyen Eddie Cortar’a “Hastalanınca ne yapmak gerekir?” diye sorulduğunda: “Mutlaka doktora gidin.” Demiş. “Zira doktorun yaşaması gerek. Verdiği ilacı da alın çünkü eczacının da yaşaması gerek. Fakat ilaçları sakın içmeye kalkmayın, zira sizin de yaşamanız gerek.”


KAHRAMAN TAZEOĞLU – BUKRE
            Kahraman Tazeoğlu daha önce okumadığım bir yazardı. Bukre kitabı bu kadar popüler olunca, bizim 6.sınıftaki kızların hepsi bu kitabı okudu herhalde, bir de hakkında iyi eleştiriler olunca Bahar Okuma Şenliği kapsamında okuyacağım kitaplara Bukre’yi de dahil ettim.
            En sonda söylemem gerekeni en başta söyleyeceğim. Kitap son zamanlarda okuduğum en sıkıcı kitaptı. Sırf hiçbir kitabı yarıda bırakmama prensibim yüzünden kitabı zorla bitirdim. Baştan sona vıcık vıcık bir aşk hikayesi anlatılıyor. Yazar resmen Facebook’taki atarlı giderli sözlerden kitap yazmış. Kitaptaki her karakter aforizmalı konuşuyor. Normal bir “Nasılsın? Nasıl gidiyor?” muhabbeti yok ki kitabın bütün karakterleri genç. Kitap boyunca bir karakterin çıkıp da “Ya siz ne anlatıyorsunuz? Kasmayın, normal insan gibi konuşun.” Demesini bekledim ama kitaba giren her karakter aynı tarz konuşuyordu :-( Ne demek istediğimi anlamanız için, kitabın dilini merak edenler için birkaç alıntı yazıyorum. 304 sayfa boyunca böyle konuşmalar yapılıyor işte.

1.(Kitabın arka kapağındaki yazı) Sen büyümüşsün ama doğmamışsın bile. (???)
2.Bukre karşılıksız sevmişti ve bunun karşılığı karşılık alamamak olmuştu. (Kardeş zaten karşılıksız sevdiğini söylüyorsun. Karşılıksız sevmek demek, karşındaki insanın senin sevgine karşılık vermemesi demek değil mi?)
3.Aklın ardında kalacağına bırak ardın geride bıraktığının yanında kalsın (???)
4.Eğer, geçmişteki acılarımın karşılığı karşımdaki insanda sonlanmıyorsa, o benim mutluluğumun başlangıcı da olamaz. Hayatıma girecek insanın beni sadece mutlu etmesi yetmez, geçmişimdeki acıları da bana unutturması gerekir. Yoksa bu bir başlangıç değil, geriye doğru görünmez bir kalemle silmektir içini karartan her şeyi… Ve bilirsin ki bir gün tekrar gün yüzüne çıkacağını onların. (Başlangıç gene fena değil de sonradan yine bozmuş).
            Daha böyle çok cümle vardı, hatta bütün kitap bu tarz cümlelerden oluşuyordu. İnternette okuduğuma göre Kahraman Tazeoğlu’nun bütün kitapları bu tarzmış. Bu demektir ki Bukre okuduğum ilk ve son Kahraman Tazeoğlu kitabı olacak.

            Bir de kitapta Bukre için “Bukre’nin saçları çimenlerin üzerinden siyah bir ırmak gibi akıyordu.” Diyor ama kitabın kapağına sarı saçlı bir kız koymuşlar. Herhalde kapağı tasarlayan arkadaş da kitabı okumaya dayanamamış, gelişigüzel bir kız fotoğrafı kullanmış :-)

24 Mayıs 2015 Pazar

SEBO’NUN GÜNLÜĞÜ ANKETİ


     Sevgili Sebo’nun Günlüğü bir gazetede gördüğü anket sorularını bloguna taşımış. Bizleri de bu soruları cevaplamak için davet ediyor. Ben de birkaç gün gecikmeli de olsa bu ankete katılıyorum. Onun cevaplarını okumak için tıklayınız.
1.En sevdiğiniz kelime?
Kelimenin söylenişi bakımından mı yoksa anlamı bakımından mı soruluyor emin olamadığım için bu soruya 2 cevap vereceğim. En sevdiğim kelime “Merhaba” . Basit gibi görünüyor ama en zevkli sohbetler, en güzel dostluklar, en tutkulu aşklar da bir merhaba ile başlamaz mı? Daha çok insana merhaba demeliyiz. Söylenişi açısından meğer ve bilakis kelimelerini seviyorum. Bence kulağa çok hoş geliyorlar.

2.Nefret ettiğiniz kelime?
“Ego”. Bu kelimeyi son 2 yılda, hayatımda duyduğumdan daha fazla duydum. Bir “Benim egom yüksek. Egoları çarpışıyor. Egosuna zarar verdi.” Muhabbetidir gidiyor. Biz bu sosyete lafını kullanmıyoruz, sizin ego dediğiniz şeye biz kendini beğenmişlik, ukalalık, g.tü kalkıklık diyoruz.

3.Ne sizi heyecanlandırır?
Kitap alışverişi yapmak. Kargo yolu gözlemek. Sonra kargoyu açıp kitapları tek tek elime almak. İlk sayfalarına kitabı aldığım tarihi ve yeri yazmak. Sonra o kitapları kitaplığıma yerleştirip önce hangisinden başlasam diye düşünmek beni heyecanladırır.

4.Heyecanınızı ne öldürür?
İnsanların olumsuz yorumlarını kafama takmam ama bazıları özellikle moralinizi bozmaya çalışır gibi sert sözler söylüyorlar ya, bu canımı sıkıyor bazen.

5.En sevdiğiniz ses nedir?
Keman sesi. Çalabilmeyi çok isterdim ama benden geçti. Çocuğuma keman dersi aldırırım artık :-)

6.Nefret ettiğiniz ses?
Okulda amaçsızca çığlık atan çocukların sesi, yüksek tondaki ıslık sesi, tebeşirin tahtayı çizme sesi, erik yenilirken çıkarılan o ses vb.

7.Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?
Doktor ya da hemşire olmak istemezdim. Hem midem çok güçlü değildir hem de insanların hastalığından ve/veya ölümünden çok etkilenirdim.

8.Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz?
Çöp adamdan başka bir şey çizemeyen biri olarak güzel resim çizebilmek isterdim. Özellikle insan portresi çizebilseydim sevdiklerimi çizmek beni çok mutlu ederdi.

9.Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?
Ben kendimden memnunum. Tamam, mükemmel değilim ve mükemmel bir hayatım yok ama iyiyim böyle. Kendimi ve hayatımı seviyorum. Hem yerine geçmek istediğimiz kişinin hayatını ne kadar biliyoruz? Ya o kadar iyi değilse?

10. Nerede yaşamak isterdiniz?
Adana’da yaşamak istiyorum ve eğer bir aksilik olmazsa bu sene tayinimiz çıkacak ve eylülden itibaren Adana’da yaşayabileceğim :-)

11. En önemli kusurunuz nedir?
İnsanlarla kolay iletişim kuramıyorum, kolay yakınlaşamıyorum. Çevremdeki insanlar beni, en azından başlarda, soğuk ve sessiz olarak tanımlıyor. Gerçi son yıllarda biraz daha sosyalleştim ama benim için hâlâ yeterli değil.

12. Size en fazla keyif veren kötü huyunuz nedir?
Tembellik.

13. Kahramanınız kim?
Benim yapmak isteyip de yapmadığım/yapamadığım şeyleri yapan herkes benim kahramanım. Yurt dışına gezmeye giden öğretmen arkadaşım da, ilk kitabını yazan 22 yaşındaki genç de.

14. En çok kullandığınız küfür?
Ben bu seneye kadar 1-2 kez hariç hiç küfür etmedim desem inanır mısınız? Bir de Adanalı olduğumu söylersem buna inanmak daha da zorlaşır sanırım :-) Gerçekten hiç küfür etmezdim, en fazla “Aptal, gerizekalı, pislik vb.” derdim. Ağustos ayında küfür seven bir adamla evlenince benim de ağzım bozulmaya başladı :-) İnsanların önünde seviyeli bir ilişkimiz var ama evde sık sık küfür duyuluyor :-) (Tabii bunlar incitecek şekilde değil; takılma, şaka amaçlı kullanılıyor.)

15. Şu anki ruh haliniz nasıl?
Mutlu ama canı sıkılan. Yapılacak bir sürü iş var ama canım bir şey yapmak istemiyor. Mekan değişikliğine ihtiyacım var. En iyisi ben bu hafta sonu şehir dışına kaçayım. (Böyle yazınca çok havalı durdu ama Batman’a gideceğim :-)

16. Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?
“Hayat zor ama ben de kolay biri sayılmam.” Bu sözü ilk kez duyduğum liseden beri hayat felsefem olarak kabul ediyorum.

17. Mutluluk rüyanız nedir?
Eşimle uzun ve güzel bir evlilik yaşamak. Bizi mutlu edecek kadar çocuk sahibi olmak (0-1-2-3 arasında değişiyor.) Çocuklarımın iyi bir insan olduğunu  görmek ve kimsenin bakımına ihtiyaç duymadan huzur içinde ölmek.

18. Sizce mutsuzluğun tanımı?
Sevmediğin ve istemediğin şeyler yapmak zorunda kalmak. Sevmediğin bir şehirde yaşamak, sevmediğin bir işte çalışmak, sevmediğin bir insanla beraber olmak vb.

19. Nasıl ölmek isterdiniz?
Aslında ben ölmek istemiyorum :-) Mümkün olsaydı ölümsüz olmak isterdim ama illa ölmem gerekiyorsa uzun uzun  yıllar sonra  kötü bir hastalığa yakalanıp ölmek isterdim. Acı çekmeyeyim ama öleceğimi bileyim ki yarım kalan işlerimi bitirmek ve sevdiklerimle vedalaşmak için vaktim olsun.

20. Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı’nın kapıda size ne söylemesini istersiniz?
Cennete gitmişim ya bir şey söylemesine gerek yok :-)


Evet, benim cevaplarım bu şekilde. Siz bu sorulara nasıl cevaplar verirdiniz? Siz de ankete katılın ve cevaplarınızı buraya gönderin. Hepsini merakla okuyacağıma emin olabilirsiniz. Görüşmek üzere. 

23 Mayıs 2015 Cumartesi

SON ZAMANLARDA OKUDUĞUM KİTAPLAR - 1


AYŞE KULİN – KÖPRÜ
     Ayşe Kulin’in Köprü kitabını uzun zamandır okumak istiyordum. A-101’de cep boyu 6 liraya satılınca hemen aldım ve okudum.

     Ayşe Kulin kolay ve hızlı okunan bir yazar. Kitaplarını, eğer işiniz yoksa, 1-2 gün içinde bitirebilirsiniz. Ben Köprü’yü sadece okulda okuma saatlerinde ve boş derslerimde okuduğum için bitirmem bir haftayı buldu.

     Köprü, şaibeli bir trafik kazasında hayatını kaybeden Erzincan eski valisi Recep Yazıcıoğlu’nun Erzincan’a köprü yaptırmasını anlatıyor. Ben köprü yaptırmasını anlatıyor diye kolayca yazdım ama köprünün yapılması o kadar kolay olmuyor. Yıllar sürüyor ve çok emek gerektiriyor. Hele köprünün son yapım aşamasında çıkan aksaklıkları okurken acayip heyecanlandım. Köprünün yapıldığını bilmeme rağmen “Acaba olacak mı? Bir sorun çıkmasa bari.” diye heyecanla okudum. Neyse ki kitap mutlu sonla bitti.

     Hatırlarsanız Köprü kitabı TV dizisi olarak çekilmiş ve Star TV’de yayınlanmıştı. Vali karakterini Erdal Beşikçioğlu oynamıştı. Ben önce dizisini izleyip sonra kitabını okuduğum için kitapta vali konuşurken veya vali anlatılırken gözümün önüne hep Erdal Beşikçioğlu geldi.

     Kitapla ilgili tek olumsuz yorumum yazarın kitabın sonlarına doğru Kürt isyanlarının tarihçesini vermesi olur. Taa 1924, 1925 ve 1938 yıllarındaki isyanları anlatması kitaba bir şey katmıyor, tam tersine kitabın bütünlüğüne zarar veriyor.

     Bir de keşke Ayşe Kulin kitaplarındaki karakterlerini ölmüş ünlü kişilerle konuşturma huyundan vazgeçse. Handan kitabındaki Handan, Halide Edip Adıvar’la konuşuyordu, Köprü kitabında vali ise İsmet İnönü’nün heykeliyle konuşuyor! Bu bölümler kitabın etkisini azaltıyor.

ALTINI ÇİZDİKLERİM:
1. Alıştığın bulaşacağından iyidir.


CAHİT ZARİFOĞLU – YEDİ GÜZEL ADAM
     Türkçe öğretmeni olmama ve kitap okumayı çok sevip çok kitap okumama rağmen şiir türünü bir türlü sevemedim. Zaten hayatımda okuduğum şiir kitabı sayısı da bir elin parmaklarını geçmez. Cahit Zarifoğlu adını da ilk kez Yedi Güzel Adam dizisinde duymuştum. Baktım kitap haftalardır çok satanlar listesinde ben de merak edip aldım. Sonuç: Şiir benim tarzım değil :-) Kitaptaki şiirlerden hiç zevk almadım ve okurken çok sıkıldım. Neyse ki kitap çok kalın değildi (133 sayfa) de çabuk bitti. Kitaptan aklımda kalan ve hoşuma giden tek cümle şu oldu: “Halk aşksızsa sokaklar, banka dükkanlarıyla doludur.

     Şaire ve kitabına haksızlık etmek istemem. Dediğim gibi ben şiir sevmiyorum. Şiir seven arkadaşlar zevkle okurlar belki.

     Bir şiir kitabından sonra hâlâ benim için en iyi şair Orhan Veli Kanık :-)


ELİF MELİSSA – EYLÜL
     Facebook çekilişlerinden birinde kazanmıştım Eylül kitabını. Yazar henüz 20 yaşında ve bu, onun ilk kitabı. Yazar bu romanı daha önce Wattpad’de yayımlamış. Çok okununca kitap olarak basılmış. 2015 yılında basılan kitap 2. Baskısını yapmış bile.

     Kitap Eylül isminde genç bir kızın hayatını anlatıyor. Kitabın başlarında Eylül’ün sevgilisi ve arkadaşlarıyla olan ilişkisi anlatılınca bir gençlik romanı okuyacağımı düşündüm ama sonradan o kadar çok olay oldu ki kitap neredeyse aksiyon kitabı haline geldi. Tabii bu durumda siz de “Yok artık, daha neler!” tepkisi veriyorsunuz çünkü bu kadar da olmaz diyeceğiniz şeyler gerçekleşiyor ve bunlar tamamen inandırıcılıktan uzak ele alınıyor.

     Sizi bilmem ama ben bir kitabın ana karakterini sevmeyince kitabı da çok sevemiyorum. Eylül kitabında da böyle oldu. Kitabın başkarakterleri eylül ve Uğurcan o kadar itici ve benciller ki başlarına gelenlere üzülmedim, hatta daha kötüsünü yaşamalarını istedim :-) Keşke yazar daha sevimli bir çift yazsaydı.

     Kitabın kapağını çok beğendim. Kapak tasarımını İlknur Muştu yapmış.

     Kitabın sayfa sayısı da gereksiz yere fazlaydı. Evet, kitapta çok olay oluyor dedim ama boş yere uzatılan bölümler de vardı. Bu kitap 100 sayfa daha az olsaymış daha başarılı olabilirmiş.

     Yazarın yaşı küçük olduğu ve bu, onun ilk kitabı olduğu için çok da eleştirmek istemiyorum. Son olarak şunu söyleyeyim: Bu kitabı çekilişten kazandığım için mutluyum. Eğer, kitabın arkasında yazdığı kadarıyla, 22 lira verip de bu kitabı alsaydım çok üzülürdüm.



OSMAN YAMAÇ – KÜÇÜK DÜNYANIN BÜYÜK İNSANLARI
     Bu kitabı da facebook çekilişinden kazanmıştım. Küçük Dünyanın Büyük İnsanları yazarın ilk kitabı. Yazar Orta Anadolu’nun küçük bir kasabasında çocukluğunda ve gençliğinde yaşadığı olayları yazmış. Kitap bittikten sonra ilk düşüncem “Bu insanlar birbirlerine ne biçim şakalar yapıyor?” oldu. Eşek şakasından da ileride, insanı katil ya da maktul yapabilecek şakalar ama işte o zamanlar internet, kitap, gazete hatta televizyon bile yokmuş. Böyle olunca millet birbirine sarmış.

     Kolay okunan insanı sıkmayan bir kitap. Yine de size “Bu kitabı alın, okuyun.” Diyeceğim kadar iyi değil.


İREM NAZLINUR ÇETİN – YALNIZLIĞIN MAVİSİ
     Bu kitap da yine facebook çekilişinden kazandığım bir kitap. 92 doğumlu yazarımız bu ilk kitabında 16 yaşından beri yazdığı denemeleri toplamış. Daha 1 yaşındayken babasını kaybettiği için kitapta ölüm temalı yazılar ağırlıkta. Bir de kitapta “Fahişe” kelimesi çok kullanılıyor. 95 sayfalık kitapta, benim fark edebildiğim kadarıyla, daha çok da olabilir, 4 kez fahişe ifadesi geçiyor.

*Bedenini satan fahişeler gibi ruhunu başkasına satanlardan kaçıyorum. (13. Sayfa)
*Gerçek şu ki: Evsiz insanlar, dünyayı ahlaksız bir yere dönüştüren ve para karşılığı bedenlerini kirleten fahişeler değil. (41. Sayfa)
*Hepsi birer potansiyel fahişe. (64. Sayfa)
*Yanlış bir hayatın izini sürdüğünün farkında olmayıp doğruları kendine düşman gören, hayatın fahişeliğini yapan insanlardan olmamı bekleme benden. (72. Sayfa)

     Sanki yazarın bu kelimeyle bir derdi, geçmişi var gibi ama yine de keşke bu kadar sık kullanmasaydı. Okurken insanı rahatsız ediyor.

     Amatörce yazılmış ve amatörce basılmış (kitapta birçok yazım hatası var) bu kitabın kapağına tek kelimeyle bayıldım. Kapak tasarımını Serdar Gülpınar yapmış. Kapakta o kadar güzel, o kadar canlı bir mavi kullanılmış ki kitabın isminin hakkı verilmiş.

ALTINI ÇİZDİKLERİM:
1.     “Yazıyorum çünkü harflerle nefes alıyorum. Yazıyorum çünkü hayatla kurduğum bağ yazıdan geçiyor. Ve yazıyorum çünkü hayal ve hikayeler alemini şu yaşadığımız hayattan daha hakiki, daha sahici, daha renkli buluyorum.” (Elif Şafak)
2.   “Mutluluğu bulduysan sorgulama.” (Charles Bukowski)
3.  “Kendini kendi alevinle yakmaya hazır ol, yenilenmek için önce kül olmalısın.” (Nietzsche)

17 Mayıs 2015 Pazar

MAYIS AYI ŞARKI LİSTEM

     Geçen günlerde bir blogta görmüştüm. Bir blogger nisan ayı için dinlediği 10 şarkıyı paylaşmıştı. (Hangi blog olduğunu hatırlamıyorum, siz biliyorsanız yazın lütfen.) Ben de her ay o ay dinlediğim ve sevdiğim 10 şarkıyı paylaşmaya karar verdim. Belki bu sayede sizler de yeni şarkılar keşfedebilir veya bana şarkı önerebilirsiniz. Önceden söyleyeyim ben belli bir müzik zevki olmayan, kulağına hoş gelen her şeyi dinleyen biriyim. Listemi görünce ne alaka diye düşünmeyin :-)

1. Gece– Bomonti Sokakları: Bu şarkıyı ilk defa bu sene hatta bu ay duydum ve o günden beri dinliyorum. Hatta şehirlerarası yolculuğumda herhalde 10-15 kez arka arkaya dinlemişimdir. Grubun vokalisti Can Baydar’ın çok değişik bir ses tonu var. Kimselere benzemeyen, akılda kalan bir ses. Bu grup daha popüler olmalı bence.

2. Model– Sen Ona Aşıksın: Eski sevgili yeni sevgili yapınca ona söylenebilecek şarkı :-) Sözleri çok anlamlı. Eski sevgilinin ardından Demet Akalın şarkılarıyla gider yapacağınıza ona bu şarkıyı gönderebilirsiniz :-)

3. Teoman– Sus Konuşma: 90’lı yılların şarkılarını indirmiştim telefonuma. Bu şarkı da onların arasındaydı. Unutmuştum ama güzel şarkıymış.

4.Cem Adrian – Yağmur: Cem Adrian çok çok sevdiğim hayran olduğum bir isim değil ama bu şarkısını seviyorum. Sesiniz güzel olmasa bile bu şarkıyı bağıra çağıra söylemeyi deneyin, acayip eğlenceli oluyor. Denendi, onaylandı :-)

5.Why This Kolaveri Di : Sıla ve Özcan Deniz’in meşhur kola reklamının şarkısının orijinali bu Hint şarkısı. Ben de bu reklam sebebiyle öğrendim bu şarkıyı ve o günden beri sürekli dinliyorum. Bağımlılık yapan türden. Şarkıyı söyleyen adamın mimikleri ve danslar da süper. O yapmacık kola reklamını izleyeceğinize bu şarkıyı dinleyin. Pişman olmayacaksınız.

6. Mark Ronson ft. Bruno Mars – Uptown Funk: Ben dans etmeyi beceremem. Öyle kıpır kıpır biri de değilim ama bu şarkıyı ne zaman duysam deli gibi dans etmek istiyorum. Bu da demektir ki bu gerçekten başarılı bir şarkı :-)

7. Sia - Elastic Heart: Sia sesini ve şarkılarını sevdiğim bir isim. Bu şarkısı da favorilerim arasında. Şarkının klibinde ünlü oyuncu Shia LaBeouf oynuyor. 

8. Michael Jackson – Beat İt: Bu şarkı dünyanın gelmiş geçmiş en iyi şarkısı olabilir. Şarkı değilse bile klibi kesinlikle dünyanın en güzel klibi. Binlerce kere dinlesem de bıkmıyorum, bittiğinde tekrar açıp dinlemek istiyorum. Michael Jackson gibisi bir daha gelmeyecek bu dünyaya.

9. Roy Orbison- Pretty Woman: En sevdiğim şarkılardan biri. Şarkının uzun versiyonunu koydum ki şarkıdan alacağınız zevk de uzun olsun.

10. Erkan Oğur – Bir Derdim Var Bin Dermana Değişmem: Bu şarkıyı dinlediğimde keşke bağlama kursunu bırakmasaydım da, bu kadar olmasa da en azından birazcık bağlama çalabilseydim diyorum. Müthiş bir şarkı.  

15 Mayıs 2015 Cuma

MARKAFONİ ALIŞVERİŞİM


     Doğu görevimizi yaptığımız için evlendiğimizde yeni ev eşyası almadık. Benim bekarlığımda kullandığım eşyaları kullanmaya devam ediyoruz. Bu sene sonunda Adana’ya tayinimiz çıkarsa o zaman bütün ev eşyalarımızı baştan sona alacağız.

     Adana’ya gitmeyi beklediğimizden evime neredeyse hiçbir şey almıyorum ama geçen gün Markafoni’de çok güzel tablolar indirime girmişti. Eğer evim olsaydı herhalde 3-5 adet tablo alırdım. Her odaya, mobilyalara uygun bir tablo alabilirdim çünkü gerçekten çok beğendiğim tablolar vardı. Tekli, 3’lü, 5’li, 7’li, kare, dikdörtgen, renk renk, desen desen tablolar… İşte evim müsait olmadığından ben sadece bir tablo alabildim ama resmen bayıldım bu tabloya.

     Salonda görebileceğim bir yere koydum (Kirada oturduğumuzdan duvara çivi çakıp tabloyu asamıyoruz.) arada sırada kafamı kaldırıp ne kadar güzel diyerek bakıyorum. Bu arada eşim tablodan nefret etti, arkadaşım da o kadar beğenmedi, belki siz de beğenmeyeceksiniz ama ben resmen bu tabloya aşık oldum :-)

     Bu da eski ev arkadaşım E.nin yine Markafoni’den aldığı tablo. Dediğim gibi çeşit çeşit tablo vardı. Eğer Markafoni’de bir tablo kampanyası görürseniz mutlaka göz atın. İllaki size göre de bir şey vardır.

     Bu fincan takımını da hoşuma gittiğinden alışveriş sepetine atıverdim. Şu an iki fincan takımım var zaten, bunu daha sonra kullanacağım.

     Markafoni’den ilk defa alışveriş yaptım ve memnun kaldım. Sadece aldığım ürünleri 1 hafta veya 10 gün sonra değil de hemen kargoya vermesini isterdim ama bu bekletmeyi Trendyol da yapıyor. Belki diğer online alışveriş siteleri de yapıyordur, bilemiyorum. Hevesle aldığınız bir şeyin 10 gün sonra gönderileceğini bilmeniz sinir bozucu bir şey.


     Sonuç olarak Markafoni sitesi ara sıra göz atacağım ve beğendiğim bir ürün olduğunda tercih edebileceğim bir site oldu. 

14 Mayıs 2015 Perşembe

CENNET GİBİ (JULIA QUINN)

Kitabın Adı: Cennet Gibi
Yazarın Adı: Julia Quinn
Yayınevi: Epsilon Yayınları
Sayfa Sayısı: 367
Arka Kapak Yazısı:

Bazen arkadaş olmak yetmez, aşık da olursun.

Honoria Smythe-Smith:
A) Berbat keman çalıyor
B) Çocukken ona takılan ‘Böcek’ isminden dolayı hâlâ kırgın
C) Ağabeyinin en iyi arkadaşına KESİNLİKLE âşık değil
D) Hepsi

Marcus Holroyd:
A) Chatteris Kontu
B) Üzücü şekilde ayağını burkmaya eğilimli
C) En iyi arkadaşının kız kardeşine KESİNLİKLE âşık değil
D) Hepsi

İkisi beraber:
A) Bolca çikolatalı pasta yiyorlar
B) Korkunç bir hastalığı ve dünyanın en kötü müzik gösterisini atlatıyorlar
C) Çaresizce birbirlerine âşık oluyorlar
D) Hepsi

YORUMUM

     Romantik kitaplar okumayı seviyorum. Hele ki bu romantik kitaplar 1800’lü yıllar İngiltere’sinde geçiyorsa daha da hoşuma gidiyor. Kont, dük, leydi, lord vb. unvanlı kişilerin hayatını okumaya bayılıyorum. Ben o dönemlerde yaşamalıymışım.

     Bu tarz kitapların en iyi yazarı bence Judith Mcnaught’tır. 1-2 kitabı hariç yazarın bütün kitaplarını okudum. Bahar Okuma Şenliği için yeni bir yazar okumam gerektiğinden kütüphaneden daha önce hiç okumadığım Julia Quinn’den Cennet Gibi’yi aldım.

     Uzun zamandır bu tarz kitap okumuyordum, bu yüzden kitabı okurken bu tarzı özlediğimi fark ettim. Sanırım bünyem için ayda bir romantik kitap okumalıyım :-)

     Yazarın dilini sevdim, kitabın karakterlerini sevdim, kitaptaki olayları ve diyalogları sevdim. Yani kısaca beğendiğim bir kitap oldu. Sadece kitabın daha uzun olmasını isterdim. Belki de ben kitabı hızlı okuduğum içindir (2 günde bitirdim.) kitap bana yetmedi. Daha olmalıydı, daha okumalıydım diye düşündüm. Honoria ve Marcus’un biraz daha beraber vakit geçirmesini isterdim. Onları beraberken okumak çok zevkliydi.

     Julia Quinn dilini ve tarzını sevdiğim bir yazar oldu. Diğer kitaplarını da okumaya çalışacağım. Umarım diğer kitaplarını da beğenirim.

     Sizin Judith Mcnaught ve Julia Quinn tarzında tavsiye edebileceğiniz bir yazar var mı? Dediğim gibi bazen canım bu tarz romantik aşk öyküleri okumak istiyor. Bu gibi acil durumlarda evde birkaç kitap bulundurmak iyi olurdu :-)

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Film Meydan Okuması (14. 15. Ve 16. Gün)

14. Gün Sorusu: En sevdiğiniz film repliği hangisi?

Baba’dan geliyor: Ona reddedemeyeceği bir teklif yapacağım.

15. Gün Sorusu: En sevdiğiniz bilim kurgu filmi hangisi?

Bilim kurgu sinemada benim en sevdiğim türlerden biridir. Birçok bilim kurgu filmi izledim ve birçoğunu sevdim ama eğer en sevdiğim soruluyorsa tabii ki Star Wars. Sinema tarihinin gidişatını değiştiren, dünyada belki de en çok hayranı bulunan film. Bir filmden öte artık bir yaşam tarzı. Sadece sinemayı değil her sektörü bir parça etkilemiş bir şaheser.

Ben serinin yeni filmlerini daha çok seviyorum. Belki ilk o filmleri izlediğim için belki de yaşıma onlar yakın olduğu için ama Anakin, Padme ve Obi-Wan Kenobi en sevdiğim karakterler oldular.

Seride en sevdiğim sahneyi de buraya koyuyorum. Eğer Star Wars filmlerini izlemediyseniz bu videoyu da izlemeyin çünkü ağır spoiler içeirir.



NOT: Ne kadar Star Wars hayranı olduğumu öğrenmek istiyorsanız şunu söyleyeyim: Bim’de satılan Anakin ve Obi-Wan bebeklerinden aldım ve arada sırada onları kutularından çıkarıp oynuyorum J

16. Gün Sorusu: Bu sene, şimdiye kadar, izlediğiniz en iyi film hangisi?

Birdman. Daha önce yazdım mı bilmiyorum ama yazdıysam da bir daha yazayım. Ben filmleri öncelikle oyuncularına göre seçerim. Sevdiğim oyuncuların her filmini izlerim. Film kötü olsa bile en azından sevdiğim oyuncuyu izledim diye düşünür çok üzülmem. Bu yüzden Edward Norton ve Emma Stone’un oynadığı bu filmi daha izlemeden seveceğimi biliyordum.

Birdman bu sene 9 dalda Oscar’a aday oldu. Buna rağmen filmi çok sevenler kadar filmden nefret edenler de vardı. İnternette bu çelişkili yorumları okudukça ben filmi daha da merak etmeye başladım. Acaba beğenecek miydim yoksa hayal kırıklığına mı uğrayacaktım. Filmi izledim ve sonuç: Bayıldım.

Filmin senaryosu, oyunculukları, çekimi, yönetmenliği, görüntü yönetmenliği, müzikleri hepsi mükemmeldi. Bu sene aldığı en iyi film Oscar’ını sonuna kadar hak ediyordu. Filmin sadece sonundan hoşlanmadım. Yoruma açık bir sonu vardı ve açıkçası ben bu sonu beğenmedim. Eğer film daha güzel bir final yapabilseydi işte o zaman bu filme başyapıt derdim.

Edward Norton Dövüş Kulübü’nden beri en sevdiğim oyunculardan biridir. Çok yetenekli ve özel bir oyuncu olduğunu düşünüyorum ama nedense son yıllarda saçma sapan, eski filmlerini mumla aratan filmlerde oynuyordu. Ben de onun için üzülüyordum. Neyse ki bu durum artık değişmiş gibi görünüyor. 2014 yılında bol Oscar adaylığı kazanan iki kaliteli filmde (Büyük Budapeşte Oteli ve Birdman) rol aldı, hatta Birdman’deki oyunculuğuyla en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında Oscar’a aday oldu. Eğer  Whiplash’teki insanüstü performansıyla J.K. Simmons olmasaydı büyük ihtimalle ödülü de alacaktı ama olmadı. Umarım önümüzdeki yıllarda da geçen seneki performansını göstermeye devam eder. Onu izlemeyi özlemişim.

Çok uzattım biliyorum ama son olarak Emma Stone’dan bahsedeceğim. Emma Stone benim hayran olduğum kadınlardan biri. Hem çok güzel hem çok eğlenceli hem de iyi bir oyuncu. Yalnız bu filmde bana hiç güzel gelmedi (Saçlarını kesinlikle kızıldan başka renk yapmamalı). Filmdeki oyunculuğunu da beğenmedim. Filmdeki oyunculuğuyla Oscar’a aday oldu biliyorum ama Oscar’ı geçtim öyle çok beğenilecek bir performansı bile yoktu bence. Sanırım bu sene kadın oyuncular o kadar da iyi performanslar sergileyememişler, Emma da aradan sıyrılmış.
                                    (Emma Stone)


Siz Birdman’i izlediniz mi? Benim gibi bayılan grupta mısınız yoksa o kadar beğenmeyen grupta mı? Yorumlarınızı bekliyorum.

Film Meydan Okuması (11. 12. Ve 13. Gün)

11. Gün Sorusu: En sevdiğiniz sinema salonu hangisi?
Adana’da yaşıyorum. Adana’nın bütün sinema salonlarında film izledim ama öyle çok çok sevdiğim, hep orada film izlemek istediğim bir salon yok. Sadece iki tanesini diğerlerine bakış tercih ediyorum: 1. Real Cinemaximum sinemaları çünkü koltukları geniş ve perde çok büyük. 2. Optimum Avşar sinemaları çünkü bize en yakın sinema. Ulaşımı kolay ve güzel bir alışveriş merkezinin içinde. Filmden önce veya sonra alışveriş yapıp bir şeyler yiyip içebiliyorum.

12. Gün Sorusu: En sevdiğiniz animasyon hangisi?

En son izlediğim animasyon filmi Big Hero 6’ti ve çok beğendiğim bir filmdi ama onu başka bir soruya yazdığım için bu soruya Wall-e diyeceğim. Bir robottan bu kadar etkilenebileceğimizi kim bilebilirdi ki? Wall-e’de günümüzde birçok insanda olmayan hassasiyet vardı. Adı robottu ama birçok insandan daha insandı. Eva’ya olan aşkından etkilenmeyecek insan yoktur. Eğer hâlâ izlemediyseniz izleyeceğiniz ilk film Wall-e olsun. Pişman olmazsınız.

13. Gün Sorusu: En iyi kitap uyarlaması sizce hangisi?


Aslında buna Dövüş Kulübü demek istiyorum ama onu en sevdiğim film sorusuna sakladığım için Koku diyeceğim. “Bu kitap sinemaya uyarlanamaz.” Denmesine rağmen temel konusu koku alma duyusu olan bir kitabı mükemmel bir şekilde beyaz perdeye taşımışlar. Yönetmen Tom Tykwer’in mükemmel çekimlerinin yanında ben filmin başrol oyuncusu Ben Whishaw’a hayran kalmıştım. Bu filmden sonra her projesini takip ettiğim bir oyuncu hâline geldi. Nevi şahsına münhasır derler ya cidden kimselere benzemeyen bir oyunculuğu var. Baktığınızda yakışıklı ama naif hatta kırılgan görünen bu adam filmde acımasız bir katili canlandırıyor ve izleyenleri germeyi başarıyor. Koku filmini de Ben Whishaw’ın oyunculuğunu da şiddetle tavsiye ederim. 

                                  (Ben Whishaw)

10 Mayıs 2015 Pazar

HAFTALIK (27 NİSAN - 3 MAYIS 2015)

     Asık suratlı olmanın dezavantajları 1: Üzgün olduğunuzda kimse fark etmiyor.

     Sevdiğin bir insanı artık sevmemeye başlamak çok acı veriyor.

     Bir insanı gerçekten tanımak istiyorsanız onunla yolculuğa çıkın. insan en iyi beraber tatil yapılırken tanınır derlerdi de inanmazdım. Eğer biriyle 3 gün kavga etmeden her şey yolunda bir gezi geçirirseniz büyük ihtimalle o kişiyle aranız hiç bozulmaz. 

     Ben de zamanında platonik aşklar yaşadım. Hatta evleninceye kadar karşılıklı yaşadığım aşk yok denilebilir ama ben hep bir yerde durdum. Körkütük aşık olmadım. Kendini kaybedercesine aşık bir insan görünce hissettiğim en yoğun duygu acıma oldu. Keşke kimse bu hâle düşmese. Herkes, sevgili Sabahattin Ali'nin dediği gibi, deli gibi değil, gayet aklı başında sevse keşke.

     Gitti gidiyor sitesi bana her hafta Prima bebek bezinde indirim yaptıklarını mesaj atıyor. Bu siteden hiç bebek ürünü veya bebeklerle ilgili bir şey de almadım. Ne alaka diye düşünürken eşim konuya açıklık getirdi: "Yaşından dolayı atıyorlardır." 27 yaşında bir kadının kesin çocuğu vardır zihniyetinde olan Gitti Gidiyor'u kınıyorum.

     Bu arada anne olan, anne olmaya hazırlanan ve kendini anne gibi hisseden herkesin anneler gününü kutluyorum. 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...